25 Ağustos 2010 Çarşamba

Türklerde Yazının kökeni

Türk Milletinin Kullandığı Alfabeler

Türkler, çeşitli yerlerde ve yerleştikleri sahalarda başka başka alfabeler kullandılar. Sesin ifadesi olan harf denen işaretler itibaridir, iğretidir, takmadır. Aynı ses ayrı alfabelerde, değişik harfler/şekiller ile yazılır. Alfabeye, İslam dininin kabulüyle Osmanlı terbiyesinde yetişen yaşlıların hala kullandıkları şekliyle, Elifba, Ebced de denilmiştir.

Kültür tarihimize bakıldığında daha ilk yazılı abidelerimizde Türkçe yazma endişesi kendisini göstermektedir. Buna paralel olarak, edebiyatımızın menşeine doğru gidersek, saraylarda ve halk arasında Türkçe söylemek; kamlarda, bahşılarda ve ozanlarda milletin dertlerine deva olmak gerçeği vardır. Bütün bunlar, bir millete dili ile seslenmek, anlatmak, millet fertlerini en iyi şekilde yetiştirmek ve birleştirmek içindir. Şu halde her millette olduğu gibi bizde de dil ön sırada yer almıştır. Şair ve müellifler tarafından işlenen dile türlü emekler sarf edilmiştir. Alimlerimiz onunla bildiklerini açıklamışlardır. Fakat Türkçe'nin tarih içinde zaman zaman talihsizliğe uğradığı da bir gerçektir. Böyle olmasına rağmen kesintisiz devam eden Türk tarihi içinde ona arka çıkan hakanlar olmuş, Türkçe yazan şair ve müellifler mükâfatlandırılmıştır.

Türk tarihi, düğümler ve bu düğümlerin açıldığı dağınıklıklarla doludur. Göktürkler devrinde millet, tek bir hakanın etrafındadır. Dili, dini ve alfabesi tektir ve her bakımdan bir birlik mevcuttur. Uygurlar devri bu birliğin az çok bozulduğu, Türklüğün bilhassa dini açıdan dağılmaya yüz tuttuğu bir devir olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygurlardan sonra Türklük, İslam medeniyetine dahil olmuştur. İslamiyet, Uygurlar zamanında görülen dağınıklığı gidermiş, Türklüğü kurtarmış ve milleti yeniden bir bütün haline getirmiştir. Karahanlılar'la başlayan ve Selçuklular'la yeniden tesis edilmeye çalışılan birliğin ve bütünlüğün gerçekleşmesi de İslam dini sayesinde olmuştur. Ancak, bu iki devleti birbirinden ayıran en mühim şey, birincisinin Türkçe'ye verdiği değerdir. Selçukluların bunun yanında belirtilmesi gereken hizmetlerinden biri alfabede birliği sağlamış olmalarıdır. Zaten bu büyük devlet, tarihe mal olurken İslami - Türk yazısını Türk birliğinin kurulabilmesi için en mühim unsurlardan biri olarak miras bırakmıştır.

Selçuklulardan sonra her beylik, Türkçe sayesinde tutunmaya ve hükmetmeye çalıştı. Böylece anlatım ve ifadede birlik ile Türkçe'ye verilen değer önde geldi. Dil düşüncesinin yanında alfabede de birlik sağlandı ve her beylik İslami-Türk yazısını kullandı. O devirde bütün Türk illerinde durum aynı idi. Beylerin sınırları olsa bile yazı birliği bütün Türklüğü birleştiriyordu. Bu, doğu ve batı Türklüğü için de söz konusu idi.

Bugün Türk dünyası dil ve din birliğine sahiptir. Fakat alfabede birliği kaybetmiştir. Bu birlik, Rusya’daki Türkler arasında bile mevcut değildir. Ancak onlar da görülen çözülme üzerine yazıda birlik tarafına yönelmişlerdir.

Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler:

Göktürk (Orhun) alfabesi: Metinleri Orta Asya’daki Orhun Nehri kıyısında bulunduğu için Göktürk veya Orhun ismi ile anılır. Orhun’da yerleşen Türkler tarafından kullanıldığı için de Türük, Türk Alfabesi denir. Türklere mahsustur ve Esik Kurgan yazısına benzer. Hunlar, Göktürkler ve sathi olarak da Asya ve Avrupa’ya yayılan Türk kavimleri, kullanmıştır. Bu alfabede resmin göze hitap ettiği ve ses haline geldiği açıkça görülür. Göktürk alfabesi otuz sekiz harften meydana gelir. Dördü sesli olup, sekiz sesi karşılar, gerisi sessizdir. Ayrıca ok, ko, uk, ku, ük, kü, nç, nd, gibi heceler ayrı harflerle gösterilmiştir. Sesli harfleri, sessizler okutur. Sağdan sola doğru yazılır. Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan hatırasına yazılıp, dikilen Orhun Abideleri bu alfabenin şaheser numunesidir. Bunlar ayrıca Türkçe'nin bilinen ilk yazılı metinleridir.

Uygur alfabesi: Göktürklerden sonra Türkistan’da devlet kuran Uygurlardan adını alır. Uygurlar ve Türkistan’daki Türkler kullandı. On sekiz işaretten meydana gelir. Dördü sesli, gerisi sessizdir. Harfler umumiyetle birbirine bitişiktir, çok defa başta, ortada ve sonda olmak üzere üç şekli vardır. Sağdan, sola doğru yazılır. Sekizinci asırdan, on ikinci asra kadar yaygın, on beşinci asra kadar mevzii bir şekilde görülür. Bu yazının kâtiplerine, bakşı, bakşıgeri veya serbahşı adları da verilmiştir.

Arap-İslam alfabesi: Türklerin topluca İslamiyet'i kabulünden, yani 10. asırdan sonra geniş bir sahada bütün Türk-İslam devletleri tarafından kullanıldı. Arap Alfabesi yirmi sekiz harf olmasına rağmen Türklerin kullandığı İslam harfleri otuz bir ile otuz altı harften meydana gelir. Sağdan sola doğru yazılan bu alfabe, bütün Türklüğü kucaklamış ve Türkçe'nin çeşitli lehçelerinde, pekçok kitap, kitabe yazılmıştır. Muazzam ve kesintisiz abidevi eserler bu alfabe ile verildi. Türkiye, İslam alemi ve dünyanın her yerindeki kütüphane ve kitapseverlerin kitaplıklarında İslam harfleriyle yazılmış milyonlarca Türkçe eser mevcuttur. Dünyanın en büyük ve muazzam arşivi, Türk - İslam alfabesiyle yazılan Türkçe evraklarla doludur.

Kiril alfabesi: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği hudutları içinde yaşayan Türkler tarafından kullanılmaktadır. Kiril Alfabesi, ihtiyari olmayıp, Rus ve komünist emperyalizmin zoraki tatbikidir. Komünist idare, Türklere tek bir alfabe kullandırmayıp, milli birliği bozmak için on sekiz Türk boyuna değişik işaretli alfabe kullandırmıştır. Sunî bir Slav alfabesidir. Otuz sekiz harftir. On biri sesli, gerisi sessizdir. Soldan sağa doğru yazılır. Kullanma alanı, Rusya’daki Türkler içindir.

Latin alfabesi: Bu alfabe, 1925 yılında ilk defa Azeri Türklüğü tarafından kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra; 1928’de Türkiye’de kullanılmaya başlandı. Günümüzde, Türkiye ve Avrupa Türkleri kullanır. Latin asıllı yirmi dokuz harften meydana gelir. Sekizi sesli, gerisi sessizdir.

Türkler; Orhun-Türk, Uygur-Sogd, Arap-İslam, Kiril-Slav ve Latin alfabelerinden başka Sogd, Mani, Brahmi, Süryani, Rum, Slav vs. gibi alfabeleri de kısmen kullanmışlardır.

Türkler, çeşitli yerlerde ve yerleştikleri sahalarda başka başka alfabeler kullandılar. Sesin ifadesi olan harf denen işaretler itibaridir, iğretidir, takmadır. Aynı ses ayrı alfabelerde, değişik harfler/şekiller ile yazılır. Alfabeye, İslam dininin kabulüyle Osmanlı terbiyesinde yetişen yaşlıların hala kullandıkları şekliyle, Elifba, Ebced de denilmiştir. Kültür tarihimize bakıldığında daha ilk yazılı abidelerimizde Türkçe yazma endişesi kendisini göstermektedir. Buna paralel olarak, edebiyatımızın menşeine doğru gidersek, saraylarda ve halk arasında Türkçe söylemek; kamlarda, bahşılarda ve ozanlarda milletin dertlerine deva olmak gerçeği vardır. Bütün bunlar, bir millete dili ile seslenmek, anlatmak, millet fertlerini en iyi şekilde yetiştirmek ve birleştirmek içindir. Şu halde her millette olduğu gibi bizde de dil ön sırada yer almıştır. Şair ve müellifler tarafından işlenen dile türlü emekler sarf edilmiştir. Alimlerimiz onunla bildiklerini açıklamışlardır. Fakat Türkçe'nin tarih içinde zaman zaman talihsizliğe uğradığı da bir gerçektir. Böyle olmasına rağmen kesintisiz devam eden Türk tarihi içinde ona arka çıkan hakanlar olmuş, Türkçe yazan şair ve müellifler mükafatlandırılmıştır.

Türk tarihi, düğümler ve bu düğümlerin açıldığı dağınıklıklarla doludur. GöktürklerUygurlar devri bu birliğin az çok bozulduğu, Türklüğün bilhassa dini açıdan dağılmaya yüz tuttuğu bir devir olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygurlardan sonra Türklük, İslam medeniyetine dahil olmuştur. İslamiyet, Uygurlar zamanında görülen dağınıklığı gidermiş, Türklüğü kurtarmış ve milleti yeniden bir bütün haline getirmiştir. Karahanlılar'la başlayan ve Selçuklular'la yeniden tesis edilmeye çalışılan birliğin ve bütünlüğün gerçekleşmesi de İslam dini sayesinde olmuştur. Ancak, bu iki devleti birbirinden ayıran en mühim şey, birincisinin Türkçe'ye verdiği değerdir. Selçukluların bunun yanında belirtilmesi gereken hizmetlerinden biri alfabede birliği sağlamış olmalarıdır. Zaten bu büyük devlet, tarihe mal olurken İslami - Türk yazısını Türk birliğinin kurulabilmesi için en mühim unsurlardan biri olarak miras bırakmıştır. devrinde millet, tek bir hakanın etrafındadır. Dili, dini ve alfabesi tektir ve her bakımdan bir birlik mevcuttur.

Selçuklulardan sonra her beylik, Türkçe sayesinde tutunmaya ve hükmetmeye çalıştı. Böylece anlatım ve ifadede birlik ile Türkçe'ye verilen değer önde geldi. Dil düşüncesinin yanında alfabede de birlik sağlandı ve her beylik İslami-Türk yazısını kullandı. O devirde bütün Türk illerinde durum aynı idi. Beylerin sınırları olsa bile yazı birliği bütün Türklüğü birleştiriyordu. Bu, doğu ve batı Türklüğü için de söz konusu idi.

Bugün Türk dünyası dil ve din birliğine sahiptir. Fakat alfabede birliği kaybetmiştir. Bu birlik, Rusya’daki Türkler arasında bile mevcut değildir. Ancak onlar da görülen çözülme üzerine yazıda birlik tarafına yönelmişlerdir.

Göktürk (Orhun) alfabesi:

Metinleri Orta Asya’daki Orhun Nehri kıyısında bulunduğu için Göktürk veya Orhun ismi ile anılır. Orhun’da yerleşen Türkler tarafından kullanıldığı için de Türük, Türk Alfabesi denir. Türklere mahsustur ve Esik Kurgan yazısına benzer. Hunlar, Göktürkler ve sathi olarak da Asya ve Avrupa’ya yayılan Türk kavimleri, kullanmıştır. Bu alfabede resmin göze hitap ettiği ve ses haline geldiği açıkça görülür. Göktürk alfabesi otuz sekiz harften meydana gelir. Dördü sesli olup, sekiz sesi karşılar, gerisi sessizdir. Ayrıca ok, ko, uk, ku, ük, kü, nç, nd, gibi heceler ayrı harflerle gösterilmiştir. Sesli harfleri, sessizler okutur. Sağdan sola doğru yazılır. Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan hatırasına yazılıp, dikilen Orhun Abideleri bu alfabenin şaheser numunesidir. Bunlar ayrıca Türkçe'nin bilinen ilk yazılı metinleridir.

AVRASYA’DA RUNİK YAZI

Runik yazıyı Avrasya’da ilk kullananların, Asur – Babil çivi yazılarında “İşkuzai” veya “ Aşguzai”, Bizans ve Roma tarihçilerinin “İskit” (Scyth), Arap tarihçilerinin ve Perslerin “Saka”, Çin tarihçilerinin “Soko a” diye adlandırdığı devletin olduğunu, Tarih ve Arkeoloji bilimi bize göstermektedir.

İskit devletinin tarih sahnesinden silinmesinden sonra, Avrasya’da sırasıyla Sarmatlar (Sauromatae), Gotlar, Hunlar, Avarlar, Göktürkler, Bulgarlar, Hazarlar, Ruslar tarih sahnesinde yerlerini almışlardır.

Büyük bölümü bu günkü Ukrayna, Bağımsız Devletler Topluluğuna bağlı olan özerk Cumhuriyetler ve Kazakistan sınırları içinde kalan bu bölgelerde, Çarlık ve Sovyet döneminde yapılan Arkeolojik çalışmalar, malum politik nedenlerle, bilimsel platformlara gerektiği şekilde yansımamıştır.

Öncelikle şunu belirtelim ki, Tarihte yok olanlar devletlerdir. Halklar ise ya yeni bir devlet kurar, ya da başka bir devletin egemenliği altında yaşamlarını sürdürürler. Başka bir devletin egemenliğine giren halklar ise zaman içersinde , kültürlerinin gücü nispetinde, ya yapılarını korurlar, ya asimile olup egemen halka karışırlar, ya da birlikte oldukları halkın kültürel yapısını da etkileyerek, yeni bir kültür ve halkı meydana getirirler.

Avrasya coğrafyasının önemi

Doğuda , Ural dağları ve Altay Bozkırlarından başlayıp, Batıda Tuna Nehri ve Karpat Dağlarına, Güneyde Hazar Denizinin kuzeyi, Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzey kıyıları boyunca devam eden, Kuzeyde Baltık Denizine kadar uzanan bölgenin önemi, hiç şüphe yoktur ki İpek Yolunun kuzey kısmını kontrol edebilmesinden kaynaklanmaktadır.


İpek Yolunun izlediği güzergah.

Bilindiği gibi İpek yolu, Çin den başlayıp İngiltere’de biten en eski ticaret yoludur. Çin de üretilen ipek ve baharat, Çin’in kuzeyindeki bölgelerde üretilen madenler ve değerli taşlar Hindistan’da üretilen baharat ve tekstil ürünleri, bu yolun geçtiği diğer ülkelerde üretilen kürk, tahıl, yağ ve şarap, bal gibi diğer ürünlerle birlikte Avrupa’ya İpek yolu ve buna bağlı ticaret yollarıyla ulaşmaktadır. İpek Yolu, Hazar Denizine geldiğinde iki kola ayrılır.

Bir kol Hazar Denizi’nin güneyinden Ortadoğu ve Arap Yarımadasına, oradan kara ve deniz yoluyla Mısır, Kuzey Afrika ülkeleri, gemilerle Akdeniz’e kıyısı olan Anadolu, Bizans ve diğer Avrupa ülkelerine ulaşır. İlk başlarda uzun süre bu yol kullanılmıştır. Bugün İpek Yolu denince de akla bu güzergah gelir.

Diğer kol ise Hazar Denizi’nin kuzeyinden Avrasya’ya , gemilerle Karadeniz’e kıyısı olan Anadolu kentlerine, Bizans’a , Tuna Nehri ve kolları vaıstasıyla Orta Avrupa’ya, Volga , Don ve Dinyeper nehirleri ve bu nehirlere bağlı su yolları vaıstasıyla Baltık Denizine, oradan da İskandinav ülkelerine , Kuzey Avrupa ülkelerine ve İngiltere’ye kadar ulaşır.

Bu yol daha geç dönemlerde kullanılmaya başlanmıştır. İklimin ve tabiat koşullarının zorluğunun bunda payı fazladır.

Avrupa’nın güney kıyılarının dağlık olması (Pirene , Alpler ve Balkan dağları), Akdeniz yoluyla gelen ticaret mallarının orta ve kuzey Avrupa’ya geçmesinde önemli engel teşkil etmektedir. Bu nedenle Hazar Denizinin kuzeyinden geçen ve Avrupa’daki su yolları ile, Baltık ve Kuzey denizini kullanan ticaret yolu , orta ve kuzey Avrupa ülkeleri için daha fazla önem taşımaktadır.

İpekyolu’nun Avrupa Bölümü

Tarih, İpek Yolunun kontrolü için yapılan savaşlarla doludur. Bu yolun tümünü bir kavmin kontrol etmesi şüphesiz imkansızdır. Bu yolun değişik bölümleri, değişik dönemlerde, farklı kavimlerce kontrol altında tutulmuştur. Ve bu kontrol ölçüsünde bu kavimler büyümüş ve kontrolü kaybedince de küçülmüş, parçalanmış, yok olmuşlardır. Aynı dönemde, değişik bölümlerini kontrol eden kavimler birbirleri ile işbirliği yapmışlardır.

Ticaret ve Yazı.

Eski dönemlerde başlıca dört ekonomik faaliyetten bahsedebiliriz.
-Tarım,
-Hayvancılık,
-Zanaatkarlık ( Demir, tekstil, ahşap, Taş işlemeciliği, vs),
-Ticaret.
Yazı bilmeden ticaret dışındaki faaliyetleri yürütebilirsiniz. Ancak yazı bilmeden ticaret yapamazsınız.
Alınıp verilen malların dökümünden, yapılan ahitleşmelere kadar, yazı, ticaretin her safhasında gerekli olmuştur.

Bulunan en eski yazıtların ticaret anlaşmaları olduğu bu gerçeği kanıtlar.

Ticaret yapmak istediğiniz bir toplum, yazıyı bilmiyorsa önce yazıyı öğretmelisiniz.

Dünyanın en eski ve en büyük ticaret yolu kuşkusuz İpek Yoludur .

İpek yolunun Orta Asya bölümü, uzun yıllar değişik Türkçe konuşan kavimlerinin kontrolü altında kalmış ve bizzat ticareti de Türkçe konuşan kavimler yapmıştır.

Hun İmparatoru. Atilla’nın, Roma ve Bizanslılarla, savaş sonrası yaptığı her anlaşmanın değişmez maddesi, Hunlu tüccarlara Roma ve Bizans şehirlerinde imtiyazlı ticaret yapma hakkıdır. (Prof. Şerif Baştav - Büyük Hun Kağanı Atilla- Kültür Bak. Yayını No:2077 Ankara 1998)

Uzun yıllar İpek yolunun Hazar denizinin güneyinden geçen güzergahı kullanılmıştır. Bu güzergahta kullanılan en önemli yazı da şüphesiz Runik diye adlandırılan ve bu yazıdan türetilmiş yazılardır. Kavimler, İpek Yolu vaıstasıyla, malları aldıkları doğularındaki ülkelerden öğrendikleri yazı ve alfabeyi kendi dillerine adapte ederek kullanmışlar kendi alfabelerini oluşturmuşlar, malları sattıkları batılarındaki ülkelere de yazıyı ve alfabeyi öğretmişler.

Fenikeli tüccarlar Runik yazının Avrupa’da yaygınlaşmasında önemli rol oynamışlardır.Malları temin ettikleri doğularındaki toplumlardan öğrenip kendi dillerine uyarladıkları Runik alfabeyi, sırasıyla önce Anadolu’daki Likyalılara ve Firigyalılara öğretmişlerdir. Anadolu’dan İtalya’ya geçen Etrüskler, Runik yazıyının Avrupa’ya yayılmasına neden olmuşlardır. Greek kavimlerinin Anadolu’da Firig ve Lidyalılardan öğrendikleri ve kendi dillerine adapte ettikleri Runik yazı Roma İmparatorluğu döneminde latin alfabesi olarak Tarih sahnesine çıkmıştır.
Antalya Elmalı timülüsünden çıkan eski Frig yazısında kullanılan Runik semboller ve yazıya bir örnek (Antalya müzesi)

Arkaik Grek diye tanımlanan yazıtlarından bazılarında kullanılan Runik semboller ve yazıt örnekleri.
Gerek Eski Frigçe gereksede Arkaik Grekçe olarak sınıflandırılan yazıtlarda, Göktürk yazıtlarındaki gibi kelime ayıracı iki veya üç nokta üst üste şeklinde kullanılmış. Semboller de büyük oranda benzemektedir.

Arap yarımadasında yaşıyan kavimler de Runik yazıyı kendi dilleri ne adapte etmişlerdir.
Arap yarımadasında bulunan yazıtlarda kullanılan Runik semboller .

Kuzey Afrika’da yaşayan Berberi kabileleri (Ticaretle uğraşanları) de bir dönem Runik yazıyı kullanmışlardır.

Hazar Denizi ve Karadeniz’in Kuzeyinde ise Runik yazıyı ilk kullananlar Orta Asya’dan bölgeye gelen İskitlerdir. İskitlerden sonra bölgeye hakim olan kavimler de Runik yazıyı kullanmışlardır. İ.S. 1. yüzyılda Bugünkü İsveç’in güneyindeki anayurtları Gotaland’dan Karadeniz’in kuzeyine gelen Gotlar da (Anayurtlarında o dönemde yazıyı bilmiyorlardı) Runik yazıyı İskit ve komşusu oldukları Türkçe konuşan kavimlerden öğrendiler. Ve kendi dillerine adapte edip, kendi yazı sistemlerini oluşturdular.

Kırımda egemenlik kuran Got Kralı Hermanarik (Germanarik) Hıristiyan olunca , Hıristiyanlığı kabul etmeyip kendi pagan inancını koruyan bir kısım Got kavmi, (kralları Odin’in önderliğinde) anayurtları Gotaland’a (İsveç) geri dönerek Viking kralığını kurar. İskandinavya’ya Runik yazı da bu vesileyle gelir. Gotlar, Roma ve Bizans ile yakın ilişkilerine rağmen Hıristiyan kavimlerin kullandığı Latin yazısını değil kendileri gibi pagan inancındaki komşu oldukları bir kısmı Türkçe konuşan İskit ve Hun Kavimlerinin kullandıkları şekliyle runik yazıyı alıp kendi dillerine adapte ederler. 10. yy a kadar pagan inançlarını koruyan Nordik toplumlar Runik yazıyı 17. yy a kadar kullanırlar.

Özetle İpek yolu, aynı zamanda Runik yazının yayılma yoludur.

Türk kavimlerinde bilinen en meşhur Runik yazılar kuşkusuz Orhun ve Yenisey yazıtlarıdır. Edebi ve sistematik olarak 6.yy da en mükemmel haliyle kullanılan Göktürk Runik yazısı, bugün Türkçe dediğimiz dili kullanan kavimlerin binlerce yıl süren resim- piktogram- tamga aşamalarından geçerek Orhun ve Yenisey’deki seviyesine ulaşmıştır.

Orhun –Yenisey Göktürk










RUNİK YAZININ KÖKENİ

Son yapılan arkeolojik kazılar, Runik yazının Orta Asya’da binlerce yıldan beri evrimini yaşayıp kullanıldığına dair bize bulgular vermektedir.

Türkmenistan’da , Anau antik kentinde kazılardan çıkan yaklaşık 4300 (İ.Ö. 2300) yıllık Runik mühür.


Bugünkü Pakistan’da, eski yerleşim şehri Harappa’da bulunan Yaklaşık 5500 yıllık (İ.Ö. 3500) Runik yazı.


Uzmanlara göre :

5500 yıllık olabilir ... Pakistan kazılarından çıkarılan, bilinen ilk yazılı örnek ..... Çömlek üzerine yazılmış bilinen diğer yazılardan daha eski .... Sümer ve Mezopotamya yazıtlarıyla aynı veya az eski döneme ait olabilir.... Ancak bazı önemli problemler var, bu semboller İndüs dilinde ne anlama geliyor, kimse bilmiyor..... Harrappa (çok önceleri bulunan, Rosetta taşı ) yazıtlarıyla benzerlik göstermiyor.
Bu keşif, yazının orjini konusundaki tartışmalara yeni bir konu ekleyecektir. Bu yazı, muhtemelen İsadan önce 3500 ile 3100 yılları arasında, en az, Mısır- Mezopotamya ve Harrappa bölgelerindeki kadar, bağımsız gelişmiş bir yazıdır, diyebiliriz.





Bu yazı üzerinde, Göktürk alfabesi ve yazı sistemini kullanarak yapılan okuma denemesi ;

Sağdan sola okunuşu; "İnil Gök (Kök) alan", anlamı; “Gökten ineni alan”, yani “kuş satın alan” dır.

Muhtemelen Türkçe bilmeyen ve kuş alım satımıyla uğraşan bir Harappa’lı tüccar tarafından, kendini Türk toplumlarında tanıtmak amacıyla, Türkçe bilen birine yaptırılmış olabilir. Türk toplumlarıyla karşılaştığında bu yazıyı gösterdiğinde, kendisini Kuş pazarına veya satıcılarına götürüyorlardı herhalde.

Gök veya Kök kelimesindeki sembol K nın simetrisi de olabilir. Bu durumda ortaya kuş şeklinde bir piktogram çıkar ki, bu da okuma bilmese bile kişinin “kuş“ aradığını karşıdakinin anlamasına yardımcı olur.

Bugün hala Pakistan ve Afganistan’ın kuzeyi ile Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan da, av için, Doğan, Atmaca, Şahin, Kartal gibi vahşi hayvanlar evcilleştirilmekte, bu hayvanlara Arap şeyhleri oldukça yüksek meblağlar ödemektedirler. Harappa da bu bölgeye çok yakın, eski bir ticaret şehridir. Ayrıca eski Çin kaynaklarında bazı Türk kabilelerinin papağan besledikleri belirtilmektedir.
Runik yazıyı kullanan tüm diğer kavimler, alfabelerinde sembolleri seslerle eşleştirirken, Göktürk yazıtlarında görüldüğü gibi, sembollerin hecelerle eşleştirilmesinin yanı sıra, sembollerin, piktogram ve damgalara uygun seçilmesi de - (e)B =ev, (a)T= at, (o)K=ok vs. - runik yazının mucidinin, bugün türkçe dediğimiz dili kullanan kavimler olduğunu bize işaret etmektedir.

Göktürk’lerden sonra Türkler gene Runik yazının geliştirilmesi sonucu oluşmuş olan Sogd ve Uygur alfabelerini yaygın şekilde kullanmışlardır.

Aşguzai - İskit – Scyth – Saka

İskitlerle ilgili Bizans ve Arap yazarların eserleri, ve Arkeolojik buluntular bize oldukça detaylı bilgiler vermektedir. Karadeniz’in kuzey kıyılarından başlayarak Avrasya’yı, MÖ- 7.yy ile 4.yy arasında kontrolleri altında tutan bu halkın kökeni (orijini) hakkında bilim dünyasında çelişkili tespitler yapılmaktadır.

Çoğunlukla bu kavimin orijini İrani (indo-europan) kabul edilmektedir. Bir kısım bilim adamı da bu kavmin Turani olduğunu kabul etmektedir.

Bu kavmin İrani (Aryan) olarak kabul edilmesinin temel nedeni, Ermeni ve Süryani kayıtlarinda geçen birkaç kelimenin, indo-europa kökenli olmasıdır.

Hem Tarihi kaynaklar, hem arkeolojik buluntular, hem de son yıllarda yapılan runik yazı çalışmaları, bize İskitlerin Turani bir kavim ve Altay orijinli olduğunu ispatlar.

1970 yılında bulunan Esik kurganından çıkan İskit içki kupasındaki runik yazının Prof. Musabayev (Kazakistan Bilimler Akademisi) tarafından Türkçe olarak okunması, ve diğer runik yazı uzmanlarınca yapılan çalışmalar için aşağıdaki adres incelenebilir.


İskitlerin dillerinde bazı indo-europan kelimelerin olması olağandır. Tarihi kaynaklar bize İskitlerin, MÖ 7. Yy da Avrasya’dan çıkıp Pers ve Medler ile savaşarak onları yendiği Mısır’a kadar bu ülkelerde 28 yıl hüküm sürdüğünü söylemektedir. (Herodot 1. kitap). Daha sonra Perslerin isyan edip İskitleri yurtları olan Avrasya’ya geri dönmeğe mecbur bıraktıklarını görmekteyiz. Daha sonraları ise, Pers kralı Daryus’un (Dareios) İskitlerle savaşmak ve bu 28 yılın öcünü almak için İstanbul boğazını geçerek İskitlere saldırdığını görüyoruz. . (Herodot 4. kitap).

Herodot tan öğrendiğimize göre İskit denilen halklar üç farklı yaşama şekli gösteren kabilelerden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi Çiftçi İskitler : Bunlar yerleşik düzende çiftçilik yapmaktadırlar. İkinci gurup Göçebe İskitlerdir. Bunlar daha çok hayvancılık yapan, at , inek ve koyun sürüleri ile göçebe yaşam süren İskitlerdir.

Üçüncü ve son gurup ise Şahane (Royal) İskitlerdir.

Şahane İskitler diğer İskitleri köleleri gibi görürler. Savaşçıdırlar. İskitlerin en kalabalık ve yiğit olanlarıdır.

Bu üç farklı İskit guruplarının da farklı coğrafyalarda olduğunu göz önüne almalıyız.

Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, İskitleri homojen bir halk olarak almak yanlıştır. Benzer giyim, inanç , dil vs. gibi kültürel anlamda ortak özellikler gösteren farklı klan ve boyların hakim unsur olarak Şahane İskitler tarafından yönetildiği bir devlet yapısı olarak ele almak bizce daha doğrudur.

Herodot da anlatılan İskitlere ait kültürel öğelerin de, hakim unsur olan Şahane İskitlere ait olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

Herodot da İskitlerin orijini hakkında Greek ve bazı İskitler arasındaki söylenceler anlatıldıktan sonra, Herodot un da bizzat “Ben de bunu –bu görüşü – tutuyorum” dediği görüşe göre İskitler Asya’da yerleşikken Masagetlerle yaptıkları savaşta yenilip Aras (Araxes) nehrini geçerek Kimmer’lerin ülkesine gelirler. Ve Kimmerlerin boşaltıp kaçtığı bu bölgeyi yurt tutarlar.

Masagetlerin, Med (Pers) kralı Kyrusla yaptığı savaşı birinci kitabında detaylı olarak anlatan Herodot’un İskitleri İrani veyahut Pers olarak tanıtmaması, Asya’dan geldikleri fikrini savunması , Massagetlerin İskitlerle benzer kültürel özellikler taşıdığı ve “İskit soyundan olduğunu söyleyenler vardır” demesi, Massagetlerin Hazar denizininin kuzey doğusunda yaşadıkları yani Ural dağlarının güney eteklerinde bulundukları göz önüne alırsak, İskitlerin de bir Turani kavim olmasının, İrani bir kavim olmasından daha güçlü bir olasılık olduğunu görürüz.

Kültürel öğelere gelince.

Herodot, 4. Kitabının başında, İskitlerin kısrak sütünden bir tür içki elde ettiklerini, ince detaylarına kadar anlatmaktadır. Bu içkiye Türkler “Kımız” derler. Bugün de Orta Asya’da pek çok Türk toplulukları hala bu içkiyi yapar ve kullanırlar. Çin kaynakları da Kımız olarak adlandırılan bu içkinin sadece Türk kavimlerine has bir içki olduğunu söylerler. Bu güne kadar Türklerden ve yakın akrabaları olan Moğollardan başka bu içkiyi kullanan başka bir kavmin olduğu hiçbir kaynakta yoktur. Sadece Kımız içmeleri bile onların Turani bir kavim olduğunu ispatlamaya yeter.

Diğer kültürel öğelere gelince (Herodot 4. Kitap ),

İskitler, Türkler gibi, kurban edilecek hayvanı iple boğarak, kan dökmeden öldürürler.

Türkler gibi domuz beslemez ve kurban etmezler, en çok At kurban ederler.

Çin kaynaklarında da Türk toplumlarının domuz beslemediği özellikle ayırt edici özellik olarak belirtilir.

Diğer Türklerde de olduğu gibi en nefret ettikleri düşmanlarının kafataslarından içki kadehi yaparlar.

Kralları ölünce diğer Türk kavimlerinde de görüldüğü gibi halkı saçlarını kesip, yüz ve vücutlarında yaralar açarlar. Mezarına eşlerinden birisi, hizmetçileri ve atları, boğularak konur. Kralın sağlığında kullandığı eşyaları (Silahları), içki kupaları ile beraber mezara konur. Mezar dikdörtgen şeklinde kazılmış toprağa mızraklar çepeçevre yere saplanır ve üzeri sazlarla örtülür. Bir tür oda oluşturulur. Daha sonra mezarın üstü toprakla kapatılıp, üzerinde bir tepe oluşturulacak şekilde toprak ve taş yığılır. Ölümün 1. Yılında gene kralın atları ve adamları boğularak kurban edilir, kurban edilen atların içlerine saman doldurulup, mezar çevresindeki kazıklara takılır. Bu mezarlarla ilgili Herodot’un yazdıkları ile Pazırık gibi diğer kurganında yapılan arkeolojik çalışmalar birbirini desteklemektedir. Yapılan Arkeolojik kazılarda, İskit mezarlarında silahları ile gömülmüş kadın savaşçılar da bulunmuştur. Bu durum da diğer Türk toplumlarında çok sık rastlanan bir durumdur. Türk toplumlarında da kadının statüsü yüksektir. Çoğu zaman erkekleri ile beraber silah kuşanıp savaşa gitme sık görülen bir durumdur.

İskit kurganlarında bol miktarda geyik ve kartal motifli eşyalar bulunmuştur. Geyik ve kartal, Altay ve Türk mitolojisinde oldukça fazla yer alan, çok önemli iki hayvandır.

Günümüz bilim adamlarında çok sık rastlanan bir yanlışa da burada değinmek istiyoruz.

Yaygın olan yanlış görüş şudur:

“Greek ve Bizans kaynaklarında Karadeniz’in kuzeyindeki bütün barbar kavimlere İskit denmektedir. Buna Hunlar da dahildir”

Kaynaklar bize bunun böyle olmadığını göstermektedir. Herodot da Androphak lar , Taurisler, Agathirisler, Sauromatlar, Gelonlar, Melankhlenoslar ve Budinler İskitlerden ayrı kavimler olarak belirtilmişlerdir.
Herodot; “Androphak lar İskitler gibi giyinirler ama dilleri ayrıdır” , “Melankhlenoslar siyah elbise giyerler ama İskitlerin geleneklerine uyarlar.”, “Gelonlar’ın dili Greek ve İskitçe karışımı bir dildir” demiştir.

Bu yanlış anlayışın nedeni bizce şudur;

İskitler devlet olarak tarih sahnesinden çekilmişler ancak İskitleri oluşturan halklar, giyim, inanç, dil ve yazı gibi kültürel özelliklerini koruyarak ya başka isimler altında yeni devletler kurmuşlar , ya başka kavimlerle birleşip yeni bir kavim oluşturmuşlar ya da diğer devletlerin içinde yaşamlarını devam ettirmiş veya asimile olmuşlar.

Yani Bizans kaynakları, İskitlerin mirasçısı olan, İskitler gibi konuşan, giyinen, yazan, yaşayan , inançlara sahip olan kavimlere de genel olarak İskit demişlerdir. Eski Arap tarihçi ve seyyahların Slavlara “Sakalibe” demeleri gibi.

Konumuzla ilgili olması sebebiyle burada belirtmek lüzumunu hissettiğimiz bir konu da M.S. 568 yılında Bizans’a gelen Göktürk elçilerinin getirdiği mektubun, Bizanslılar tarafından “İskit Harfleri ile yazılmış” mektup olarak anılması, İskitlerin, Hunlar ve Göktürkler gibi runik yazıyı kullanmalarından ileri gelmektedir.
Orhun ve Yenisey’de bulunan, edebi olarak en üst aşamasına gelmiş Runik Türk yazısının, o günkü koşullarda evriminin en az 10 YY da oluşacağı göz önünde tutulursa, Runik Türk yazısının ilk ortaya çıkışını M Ö 6. YY ve İskitlere uzanması şaşırtıcı değildir.

İskitlerle ilgili bazı eski Greek seramiklerinde yer alan resimlerde İskitlerin giyimleri hakkında bilgi edinmemiz mümkündür.

İskitler, kürk parçalarının birleştirilmesinden oluşan giysiler giymektedirler.

Göze çarpan iki farklı karakteristik olgu daha vardır. Pantolon ve başlıklar.

Eski Çin kaynaklarında da belirtildiği gibi, pantolon, Türk boylarının ayırt edici özelliğidir.

Başlıklar ise deri veya keçeden yapılma olup bugün benzerleri hala Altay’larda kullanılmaktadır.

Sarmatlar – Sauromatae

Herodot ve Hipokrat eserlerinde Sarmatlar için İskitlerin bir kabilesi olduğunu söylemektedirler. Herodot da Sarmatların orijini konusunda anlatılan hikaye ise özetle şöyledir:

Kadın savaşçılar (Amazonlar) esir olarak bulundukları gemiyi ele geçirip, Azak Denizi (Maiotis) kıyılarına gelirler. Ve burada İskitlere komşu olarak yaşarlar.

İskitler bir gurup bekar genci Amazonların yakınına gönderirler. Bir müddet sonra Amazonlarla evlenen bu gençler Sarmatları oluşturur.

Sarmat kurganlarında bulunan materyallerden de anlaşıldığı gibi, İskitlerle birçok benzer özellik gösteren Sarmatlarda savaşçı kadın mezarı daha çoktur. Bunun yanı sıra, İskitlerden daha sönük bir ekonomik ve kültürel yaşama sahip olduklarını görmekteyiz.

Herodot’un ; “İskit dilinin bozuk bir şeklini kullanırlar” dediği bu halk MÖ 6-4. Yy. arasında bölgede egemen olmuşlar. MÖ 3.Yy da Ural dağlarının güney eteklerinde yaşayan bazı kavimlerin güneye inip bu bölgeye gelmeleriyle birlikte “Aorsi, Roksolan, Alan (As), Yazıg(Asi)” beyliklerini kurduklarını ve bunların oluşturduğu konfederasyon devletin tüm İskit ülkesine egemen olduğunu görmekteyiz.

MS 3. Yy. da Got kavimlerinin, İskandinavya’dan Baltık Denizinin güneyine inip, Kuzey Karadeniz kıyılarına ve Kırım’a kadar gelmeleri ile Sarmatlar, etki alanlarının büyük bir kısmını kaybetmişlerdir.MS 375 te Hunlar tarafından tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Büyük çoğunluğu Hunların egemenliğine giren Sarmatların bir kısmı Gotların , bir kısmı da Romalıların koruması ve egemenliği altına girmişlerdir.

Greek Yazarı Priskos, ve Jordanes’in eserlerinde, Atilla’nın Roma İmp. sığınan bu kavimlerin, kendine verilmesini isterken bu kavimlere genel olarak İskit kavimleri demesi, Sarmatların , İskitlerin kültürel devamı ve mirasçısı olmalarındandır.

başvuru eserler

(Prof. Şerif Baştav - Büyük Hun Kağanı Atilla- Kültür Bak. Yayını No:2077 Ankara 1998)
(Herodot 4. Kitap ),
( L. H Jeffery, The Local Scripts of Archaic Greece, Oxford 1961-1969)